Ellerimi dizlerime kapamış ve deliler gibi ağlamaya başlamıştım. Kafamdan binlerce düşünce geçiyordu. Lina yoğun bakımdan sonra memeyi kapamayan, emerken sürekli ağlayan bir bebekti. Kısa süre sonra düzene girmişti hatta güzel bir veda yapmıştık, ama Bera, o sürekli emmek istiyordu. Ben sürekli koltuğun köşesinde kalıyor Lina'nın öz bakım işlerine yardım edemiyor ve ömür boyu böyle hiç durmadan emzireceğim sanıyordum.

İlk zamanlar sürekli dalıyor ve memede uyuya kalıyordu. Azıcık emdiği içinde uykuları kısacıktı ve ben asla dinlenemiyordum. Tüm gün emzirdiğim için memelerim süt dolmuyordu ve Bera akşam saatlerinde mememden çok da memnun kalmayarak uykuya dalıyordu. Doyamamak uykusuzluğu getiriyor, o uykusuzluk da beni çok yoruyordu. Ağlayan bir bebek değildi, keyiflice bakınıyordu ama uyuması lazımdı. O uyuyacaktı ki ben de dinlenecektim ve diğer çocuğumla ilgilenme fırsatı bulacaktım.



Lina'da başından beri meme ve mama ile büyüttüğüm için sadece anne sütü ile bebek büyütmek nasıl oluyor bilemiyordum. Ben böyle tüm gün emzirecek miydim yani? Yok! Olmazdı, böyle yürümezdi bu iş.

Çocuklarına sadece anne sütü veren arkadaşlarıma soruyordum,  hatta o an odak noktam bir tek bu konu olduğu için bunaltıyordum onları. Aldığım cevap genelde aynı oluyordu "Evet, ilk zamanlar sık sık emmek isterler ve sen her talep ettiğinde emzirmelisin." İyi hoş söylüyorlardı da Bera 2,5 saat mememde durmak ve sürekli emmek istiyordu. Öyle memede uyumuyordu da, ara ara çekiyordu, ağzı hep sıkı sıkıya kapalıydı.

Mama vermeyeceğim diye inat etmiştim, başarabilirdim, herkes başarıyordu, ben neden başaramayacaktım? Yanımdaki kişilerden destek alarak Bera'yı sürekli emzirdim. Burada iki çocuk sahibi anneler beni anlayacaktır; tek çocuğunuz olsa bütün gün dayarsınız memeye, emsin dursun, bir başka çocuk sizden ilgi beklerken bunu yapmak öyle zor ki.

Lina bu süreçte çok uyumluydu, asla huzursuzluk yapmadı, yapabilirdi de, kendi başına bir şeyleri yapabilmek için uğraştı. Ben ise onu, birden büyümek zorunda olan bir çocuk gibi düşünüp vicdan yapıyordum. Günler günleri kovaladı ve bu saatlerce emme işi bir türlü bitmedi, hatta gittikçe arttı. Emzik vermeye çalışıyordum ama almıyordu. Bera'nın sarılığı arttığı dönemde ben de ona mama verdim. O gece, o da deliksiz uyudu ben de. Hatta sabah kalktığımda sabah olduğuna inanamadım.

Ben "Asla mama vermem!" diyen annelerden olmadım hiç; ama Bera' da mama vermek değil de sütüm konusunda daha ısrarcı olmak istiyordum. İlk hamileliğim ve doğumum çok travmatik olmuştu ve o zaman sağlıklı düşünememiştim.

Ona ve bana zaman tanıdım. Olaylara dışarıdan bakmaya çalıştım. Sonuçta o daha yeni doğan güçsüz ve aç bir bebekti. Bildiği tek şey emmek, ağlamak ve altına yapmaktı. Bazen ememiyor, emse bile annesinin sıcaklığını istiyordu. Bunların hepsi normaldi ama yine devreye o hain vicdan azabı giriyordu. Lina'nın da bana ihtiyacı vardı ve bir karar vermem gerekti. Kime sorsam farklı bir şey söylüyordu. En sonunda en çok sormam gereken kişiye, beni en çok tanıyan kişiye fikrini sormadığımı fark ettim. Bana "Asla mama verme." İşin ne emzir." Kolaya kaçma." Aman ver mamayı gitsin." diyecek kişilere ihtiyacım yoktu. Bana doğru yolu gösterecek birine ihtiyacım vardı. Evet bazı zaman süt yetmeyebiliyordu ama buna sığınıp hemen mamaya koşmak ne derece doğruydu?

Eşim; "Merve ben ne kadar elimden geleni yapsam da -ki cidden o harika bir baba ve harika bir yardımcı- her şeyi yaşayan sensin. Uykusuzluk, stres, iki evlat arasında paylaşılamayan anne olmak ve daha benim anlamlandırmaya çalıştığım ama belki hissettiklerinin yanından bile geçemeyeceğim duygular. Öncelikle biraz dinlenmelisin, bunu yaparken eksik olan şey uyku ise şöyle bir şey yapalım:  Bera'ya sadece akşam yatarken mama ver. Mama verdiğin zaman, mama bitince emzir ve üzerine memeni sağ. İlk zamanlar mama üzeri verilen meme uyumasına yardımcı olmak için olsun. Sonra seninle süt arttırma yöntemleri konusunda başka şeyler yapalım. Zamanla mamayı azaltıp memeye doğru kaydıralım." dedi.

O dönemden sonra akşamları bir öğün Bera'ya mama vermeye başladık. Ben de beslenmemi düzene soktum ve sıvı alımlarımı takip etmeye başladım. Sonrasında Bera mamayı bıraktı ve sadece meme ile yolumuza devam ettik. Ta ki alerji ile tanışana kadar.


Gerçekten bol su içtiğinize emin misiniz?

Emziren birçok anneden mail ya da dm alıyorum. Genelde soru şu oluyor : Merve hanım sütümü arttırmak için ne yapmam gerekir, tavsiyelerinize ihtiyacım var. İlk verdiğim cevap " Bol su için." oluyor ama genelde insanlar bu cevabımı baştan savma buluyorlar. "Bol su içiyorum zaten onun dışında ne yapabilirim?" Aslında olay sadece su değil sıvı almak fakat bizler sık su içtiğimizi zannedip, günde 4-5 bardak su içiyoruz. Bu miktar özellikle yaz ayları için oldukça düşük.

Tüm annelere tavsiyem şu: 1,5 litrelik pet şişiler alın ve günde 2 pet şişe bitirmiyorsanız bol su içiyorum demeyin. Genel olarak gelen yanıt şu: Merve hanım fark ettim ki ben gerçekten çok az su içiyormuşum.

Çok sıvı tüketiyorum ama hala sütüm yeterli değil. 

Süt miktarı yeterli olması için sıvı alımı önemli. Anneler genelde bebek sık acıktığı ve doymadığı için sütlerinin yeterli olmadığını düşünürler; ama gözardı edilen bir konu daha vardır ki sütün yoğunluğu, yani kalitesi. Kaliteli bir sütümüz olsun istiyorsak gıdamıza dikkat etmek çok önemli. Ben aldığım muhteşem (!)  kilolarım ve ona rağmen yetmeyen bir süt ile karşılaşınca anladım ki öyle hamurları homini götürmek bir işe yaramıyor dostlar.  Her gün mutlaka salatamı, pilav tarzı bir yemek, sebze yemeği ve pek tabi ki güzel bir kahvaltı yaptım.

Fırsat bulduğunuz her an uyuyun.

Bera doğduğu zaman etrafımdaki çok yardımcı insanların (!) en önemli salık verdiği konu " Aman o uyuduğu zaman sen de uyu." konusuydu. Oldu! Evimin işini, yemeğimi sen yapar diğer çocuğumu da sen bakarsın! -çok bilmiş ve bol akıl vermeyi seven dostum-

Kardeşi olduğunda Lina 4 yaşındaydı ve öğlen uykusu uyumayı bırakmıştı. Sular durulup da tüm destekçilerim evine döndüğünde bebek uyuduğu zaman "Aman kalsın evin işleri, akşama da dışarıdan yemek söyleriz,yatıp uyuyayım." deme lüksüm olmadı çünkü Lina uyanıktı ve ben o uyanıkken ömrümde bir kere bile uyumadım, uyumam da.

İki tane çocuğunuz varsa en güzeli büyüğü işlere ortak etmek. Fırsat bulduğunuz her an onunla da vakit geçirmek. Bunların hepsini yaptıktan sonra kendinize de her gün bir 15 dakika ayırmak. Eğer bir başka çocuğunuz var diye büyük çocuktan sürekli olgunluk beklemek ve ona bu yaşta fazla sorumluluk vermek gibi bir yola girerseniz o yoldan hemen dönün. Kardeşi oldu diye hayatının her alanı alt üst olmamalı. Bu sebepten ben yoruldum, ona da başkaları baksın, bebek uyuduğu zaman ben de uyuyacağım denmemeli bana göre. He çocuk o an dedesi, babası vb kişilerle oynuyor ve mutluysa bunu da değerlendirmemek akılsızlık olur. O işin başka yönü. Benim üzerinde durduğum ilk çocuğu ikinci için telef etmek.

Eşimle karar verdiğimiz yöntem tutmuştu. Ben sütümü emzirme sonrası arttırmak için sağma yöntemine gidememiştim. Bera gün içinde sık sık emdiği için sağdığımda onu diğer öğün doyuracak kadar sütüm olmuyordu ama onu gün içinde doyurmaya yetiyordu. Bu sebepten doğru beslenme ve doğru sıvı tüketimi ile mama oranını azaltmıştık.

Birçok şey yapmama rağmen şunu biliyordum ki akşam uyuyan bir bebek ve gece deliksiz uyuyan bir anne çok daha tahammüllü ve dinlenmiş oluyor bu sayede de "mutlu anne dolu meme" durumu gerçekleşiyordu. Ben dinlendiğin için sütüm artıyor arttıkça mutlu oluyordum. İlerleyen zamanlarda sütüm daha da artmaya başladı. Bera büyümeye ve güçlenmeye başladığı için emmesi düzene girdi. Ben akşamları verdiğim mama oranını azalttım ve emzirmeye başladım. Önce emziriyor sonra mama veriyordum doyduğunu anladığım an mamayı ağzından çekiyordum. Bir gün baktım ki Bera emiyor ve gazı çıkınca uyuyordu. Artık mama vermeye gerek kalmamıştı.

Yani burada mamayı sevimli göstermeye çalışmıyorum ama olurda mama vermeye başladıysanız nasıl olsa mama veriyorum diye kendinizi bırakmayın mamadan memeye dönüş yapabilirsiniz. Asla, asla diye bir şey yoktur. 


Bir önceki yazımda çocuğumuza uyguladığımız "duygusal tehditlerin" nelere yol açabileceğini söylerken örnek verdiğim konu "paylaşma" konusuydu. "Çocuğunuz her şeyini paylaşmak zorunda değil ve siz paylaşmak istemediğinde onun yanında olmalısınız."demiştim. Aslında bunu ben değil uzmanlar diyor.


Paylaşmak çocuklar için soyut bir şeydir.

Paylaşma konusu çocuklar için soyut bir şey çünkü "Arkadaşlarınla oyuncaklarını paylaşmalısın." cümlesi çocukta birden fazla soru ile geri dönüyor. "Tamam anne paylaşacağım." diyen çocuğumuz olası bir durumda paylaşımcı olmadığında "Ama hani oyuncaklarını paylaşacaktın, bana söz vermiştin." gibi bir cümle ile çocuğun o an yaşadığı kafa karışıklığı üzerine bir de suçluluk duygusu ekliyoruz.

Uzmanlara göre 0-3 yaş çocukların aidiyet duygusunun fazlaca olduğu ve çocukların ben merkezci yaşadığı bir dönem, özellikle bu dönemde sevdiği şeyi paylaşmak zorunda olan çocuk şunu düşünüyor :

O benim oyuncağım.
Ya alıp eve götürürse.
Ya kırarsa.
Onunla ben oynamak istiyorum.
O benim bir kere, benim... Benim!




Çocuğa rol model olmak.

Bu noktada çocuğa paylaşmak zorunda olduğunu anlatmak yerine rol model olmak ve paylaşma konusunu bu rol modellik üzerinden desteklemek daha iyi sonuçlar doğuruyor. Onunla bir şeyi paylaşırken "Evet, bunu seninle paylaşabilirim." demek ya da biri ile bir şeyini paylaşırken "Bak teyzen ile bunu paylaştım." gibi konuyu günlük hayatta konuşur hale getirmek iyi bir alternatif.


Çocuk kontrol onda olsun ister.

Çocuklar oyuncaklarını başka çocuklarla paylaştıklarında en büyük endişeleri onlarla bir daha asla oynayamayacak olma hissine kapılmalarıdır. Bu sebeple sizin "Ama eve götürmeyecek. sadece bakacak, o zaten senin oyuncağın." gibi söylemleriniz çocuk için pek etkili değildir. (Geçen akşam bizzat denedim, zerre işe yaramıyor)

Çocuklar kontrol onlarda olduklarında çok daha iş birlikçi olurlar.

Eğer çocuğunuz arkadaşları geldiğinde bazı oyuncaklarını paylaşmak istemiyorsa onu bilgilendirin: "Bugün arkadaşların gelecek. sana özel kalmasını istediğin bir oyuncak varsa onu kaldırabiliriz." diyerek, ona kontrolün onda olduğu duygusunu verir ve diğer oyuncakları da paylaşılabilir hale getirebiliriz.


Çocuğumuz her şeye rağmen oyuncağını paylaşmazsa ne yapabiliriz?


Yazımın başında da belirttiğim gibi çocuğumuz bir arkadaşı ile bir arada iken oyuncağını paylaşmadı ve diğer çocuk da o oyuncak konusunda ısrarcı o zaman şöyle davranmalıyız :

Emirciğim, Lina şu an bebek arabasını paylaşmak istemiyor. Sanırım sen de bu bebek arabasını çok merak ettin? Eğer istersen biz seninle kamyona bakalım ne dersin? gibi bir yaklaşımla davranırsak çocuğumuz o an ona destek olduğumuz için sakinleşecektir. Bu noktada karşı taraftaki çocuğa sevimli gözükmediğiniz hatta samimiyet derecesine göre belki de anlayış göreceğiniz ya da kaba kabul edileceğiniz bir durum da ortaya çıkmış olabilir. Şunu unutmamalıyız "Çocuklar her şeyini paylaşmak zorunda değiller."



Ya oyuncak isteyen çocuk benimki ise.

Sizin çocuğunuz, o an ona destek olduğunuz için kendini iyi hissetmiş olabilir ama karşı tarafa ne şekilde gözüktüğünüz ve sizin o an karşı taraf üzüldüğü için kendinizi nasıl hissettiğiniz de önemlidir. Çocuğumun sakin kalması, aslında kendini yükseltmeden sakinleşerek oyuncağı paylaşır hale gelmesi ve başkaları karşısında ona karşı takındığım tavrı denetlemesi benim ona verdiğim destek ile bağlantılı. Sizin çocuğunuzun duygularına odaklandığınız gibi karşı tarafta çocuğunun duygularına odaklanmalı. Yani vermeyen taraf siz iken bir başka gün oyuncak verilmeyen taraf olduğunuzda "Linacığım, Emir şu an seninle kamyonunu paylaşmak istemiyor. Zaman zaman senin de paylaşmak istemediğin gibi." diyerek empati yapmasını sağlamak ve onu sakinleştirmek gerekir .



Ya karşı taraf alınırsa ?

Günümüzde hem yetiştirilme tarzımız hem de dış odaklı yaşamamız sebebi ile bu tepkiyi koymak çok zor; ama çocuğunuz bir oyuncağını paylaşmadığında "Bana bak hemen onu paylaşıyorsun!" Çabuk bırak onu elinden!" O zaman ikinizde oynamayacaksınız! gibi söylemlerin ne kadar işe yaradığı konusunda sizi düşünmeye davet ediyorum. Sanırım geçen gün benim de Lina ile böyle bir konuşma yaptıktan sonra işin düzelmediğini gördüğümdeki gibi siz de düzelmediğini göreceksiniz.

Bunu yapmak yerine o an evladınızın yanında olup hiç değilse bir çocuğun sakinleşmesine yardımcı olarak, diğer çocuğa da duygularını anladığınızı belirterek dikkat dağıtmak çok daha iyi sonuçlar almanıza sebep oluyor.

Bir ufak tavsiye: Çocuklar böyle şeyleri çabuk unutup iki dakika sonra birlikte oynamaya devam ederler ama ebeveynler olayı kişiselleştirir. Böyle bir uygulamanın kabalık olduğunu düşüneceğinden zerre kadar şüpheniz varsa karşı tarafın ebeveynini bu konuda açıklama yaparak rahatlatabilirsiniz.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Disney Türkiye Anneler Buluşması ile hem Üstün Dökmen’le keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik; hem de Disney Türkiye Pazarlama Direktörü Armağan Milli’den firma politikası ve değerleri ile ilgili bilgi aldık.



Hepimiz zaman zaman keyifli vakit geçirmek için, zaman zaman da bir konuda çocuğumuza mesaj vermek için çizgi filmlere başvuruyoruz. Evet ahlaki değerlerin eğitimi öncelikle evde başlar;  ama aile tarafından verilen ahlaki değerler pekiştirilebilir diye düşünüyorum ben. Örnek verecek olursak: Büyüklerine saygılı olan Sofia, hastalarına her koşulda yarımcı olan Doktor Dottie, takım ruhu ile herkese eşit davranan Jake... Şüphesiz bir konu hakkında öğrenim ailede başlar, çocuk ebeveynden dinlemek yerine görerek öğrenir ve deneyimler. Zamanla deneyimlediği şeyler hayat akışına yerleşir ve alışkanlıkları haline gelir. Belirli dönemlerde çocuklar aileleri dener ve sınırları zorlar, bazen bildiklerini yapmaz daha zor adapte olur, bazen hiç yerinde durmaz, bazen anlaşılmaz... O dönemde çocukla yapılacak en iyi şey oyundur ve sonrasında da birlikte geçirilecek keyifli anlar.


Konuya kendi hayatımızdan örnek vermek gerekirse;  Lina 2 yaşında kadar televizyon ile iletişimi olmayan bir çocuktu, Daha sonra çalışan bir anne olarak eve aşırı yorgun geldiğim dönemlerde birlikte oyun oynadıktan sonra bana dinlenme molası ona da benimle bir şeyler seyretme zamanı yaratmak adına birlikte çizgi film seyretmeye başladık. Televizyon hayatımızın bir parçasıydı ve tanışma zamanına kızım karar vermişti. Erken tanışmak isteseydi buna engel olurdum. Şu an 9,5 aylık bir oğlum var ve yemek yerken de dahil televizyon seyrettirmiyorum. Çizgi film konusundaki en kilit nokta çocuğun algı dünyasındaki dalgalanma. Her anne çocuğunun neden etkileneceğini, neden korkacağını ya da neyi kafaya takacağını bilir, bu nedenle çizgi film çocuk seyretmeden önce ebeveyn denetiminden geçen ve çocukla birlikte seyredilmesi gereken bir şey.



Biz evde çizgi film açılacağı zaman 2-4 yaş arası birlikte seyreder ve konuşurduk. Lina aklına takılan şeyleri sorardı. Anne "Doktor Dottie' nin hayvan arkadaşları gibi benim oyuncaklarım da konuşabilir mi? " Orman Kavşağı' ndaki arabalar gibi bizim arabamızda konuşabilir mi?" gibi, ben de ona anında açıklardım "Hani biz seninle el kuklası oynuyoruz ya, hani kuklaları konuşturuyoruz, işte o oyuncaklar da arabalarda aslında konuşmuyor başkaları onlara konuşuyormuş gibi ses yapıyor." diye. "Kızım onlar çizgi film gerçek değil." demekten çok daha somut bir örnek verdiğim için Lina anlıyor ve kafasına takılan bir şey olmuyordu. Şu an 5 yaşına girmek üzere ve soyut ile somut şeyleri gerçek ile hayali şeyleri ayırt eder vaziyete geldi. Okulu yaz döneminde kapalı olduğundan günde 2 kere çizgi film seyretme hakkı var. Kardeşi uyuduğu zaman o da çizgi film saati yapıyor. Ben çizgi filmi hiçbir zaman çok yasaklı bir şey gibi sunmadım ya da tam zamanlı bakıcı yerine kullanmadım bu sebeple zaman zaman yaptığımız ev ziyaretlerinde tüm gün televizyon açık olduğunda başında oturduğunu hiç görmedim. Şimdilerde de Disney Channel’da yeni yayınlanmaya başlayan Miles’ı beraber izliyoruz; son derece önemli bulduğum aile değerlerini eğlenceli bir dille sunduğu ve aynı zamanda çocukları uzay bilimiyle tanıştırdığı için benim onayımı kazandı.

Prof. Dr. Üstün Dökmen ; "Çizgi filmlerle çocuklara mesaj vermek istiyorsak bu durumu aile içinde desteklemeliyiz. Doğrudan çizgi film ile mesaj verilmez dedi. Aileler çocuklara sorgulamayı ve araştırmayı öğretmeli." dedi


Disney Türkiye Pazarlama Direktörü Armağan hanım " Disney’in öncelikli hedeflerinden biri de tüm ailenin birlikte paylaşabileceği sihirli anlar yaratmaktır, çünkü gerçek sihrin aile içinde paylaşımla, sohbetle ve oyuna dönüştüğünde ortaya çıkacağına inanır. Disney yarattığı kalplere dokunan hikayeler ve eğlenceli karakterleri etrafında tüm aileyi bir araya getirirken çok itinalı süreçlerden geçirerek hazırladığı içeriklerinde öne çıkan temel değerlerin çocuklar ve ebeveynleri arasında sohbete dönüşmesine olanak da sağlamaktır." diyor.


Özetle sevgili okur ; Çizgi filmleri dozunda ve denetleyerek seyrettiğimizde, çocuğun öğrendiklerini hayata geçirmesine katkıda bulunduğumuzda sanırım çizgi film seyretmek öğreten bir eğlence haline geliyor.

Etkinlik ile ilgili sosyal medya paylaşımlarına  #disneyveanneler etiketinden ulaşabilirsiniz.



Güzel bir güne uyandık ve şöyle yavaşça yataktan kalktık. Ayaklarımız, bacaklarımız omurgamız... Pencereyi açtık ve temiz havayı kokladık. Kolumuz,elimiz,parmaklarımız,burnumuz. Biz farkında olmasak da yaşantımızın her anında vücudumuz bir makine gibi işliyor. Bu makinenin en önemli kısmı da iskeleti. İşte bu iskeleti dimdik tutmak ve beslemek, besledikçe de sağlamlaştırmak bizim elimizde. Hepimizin bildiği gibi iskelet sistemimizi oluşturan kemiklerin en önemli besin kaynağı kalsiyum. Kalsiyum birçok yeşil yapraklı sebzede olmasına rağmen ilk akla gelen ve en kolay ulaşılır kalsiyum kaynağı süt. Peki bizler yeterince süt tüketiyor muyuz?


Ülkemizde yapılan araştırmalara göre bir kişinin yıllık süt tüketim miktarı yaklaşık 14 litre. Bu değer Avrupa ülkelerine kıyaslanırsa çok aşağıda. Sağlıklı bir beden için süt tüketiminin yanında, güne en önemli öğünü atlamadan başlamak da elzem. Şüphesiz bir insanın en önemli öğünü kahvaltı. Güne başlarken mükellef bir kahvaltı etmek en önemli şey. İşte bu sebepten sağlıklı bedenler ve güçlü nesiller üretmek adına Sek, Nesquik ve Migros bir işbirliği yapmış. Yapılan işbirliği sayesinde çocukların süt tüketimini arttırmak hedefleniyor. Zaman zaman değişiklik olsun diye, zaman zaman da süte teşvik olsun diye tercih edilen Nesquik kahvaltılık gevrekler kampanyanın kilit noktası. 7 vitamin ve mineral içeren formülüyle Nesquik kahvaltılık gevrekler, vücudun demir, kalsiyum ve  D vitamini alımına yardımcı oluyor. Tam tahıllarla  üretilen ve iyi bir tam tahıl kaynağı olan Nesquik kahvaltılık gevreklerin bir porsiyonundaki kalsiyum, günlük alınması gereken miktarın %18’ini (sütsüz), D vitamininin ise %19’unu ihtiva ediyor.


1 Eylül 2015 – 30 Kasım 2015 tarihleri arasında sadece Migros'larda yapılan alışveriş için düzenlenen kampanya kapsamında Migros Money Club Kart, Money Bonus veya Money Club Kart özellikli kartı ile 5TL ve katları olarak Nesquik kahvaltılık gevrek alışverişi yapanlar, çekilişe katılma hakkı kazanıyor. Yapılacak çekiliş sonunda 200 kişiye 150 litre SEK süt hediye veriliyor ve bu kapsamla tüm ailesinin 1 yıllık süt ihtiyacını karşılamak hedefleniyor. Ayrıca, 1.000 kişiye de 1 litre SEK süt hediye ediliyor.







Anneysen.com'dan Bebek Alışveriş Rehberi


Türkiye'nin en çok takip edilen anne, bebek, çocuk bilgi ve paylaşım platformu,

Anneysen.com, yeni anneler için bir başvuru kaynağı niteliğinde "Bebek Alışveriş

Rehberi" açıkladı.

Annelerin hayatını kolaylaştırmayı amaçlayan Anneysen.com, yeni anne olacakların

ihtiyaçlarını, Hastane Alışverişi ve Ev Alışverişi olmak üzere 2 ana başlık altında

topladı ve şu şekilde listeledi: İşte bebek alışveriş rehberi

Hastane alışverişi:


Anne için hastane alışverişi:

Gecelik, çorap, terlik, külot gibi kıyafet ve iç çamaşırı

Emzirme atleti ya da sütyeni, göğüs pedi, göğüs ucu kremi

Diş fırçası, diş macunu, kadın pedi ve havlu gibi kişisel temizlik malzemeleri

Fotoğraf makinesi

Doğum sonrasında adet olduğu üzere takılan taç

Bebek için hastane alışverişi:

Yenidoğan takımı (şapka yaz-kış konulmalı)

Bebek battaniyesi,

Bebek bezi

Ayrıca hastaneden eve dönerken kullanmak üzere oto koltuğu da unutulmamalı

Ev alışverişi:

Bebek odası için:

Dolap, dolap içi için askılar, karyola, yatak ve şifoniyer

Odanın büyüklüğü uygun ise alt açma mobilyası

Hafif ışık veren bir lamba ya da abajur

Bebek kıyafetleri:

Kısa-uzun bodyler, yün patikler-çoraplar, hırkalar-yelekler, tülbent (mermerşahi), başlıklar

Bebek kıyafetlerini yıkamak için granül sabun ya da bebek kıyafetleri için üretilmiş organik

temizleyiciler

Bebek banyosu:

Bebek küveti ve küvet filesi,

Havlu ve bebeklere özel olarak üretilmiş saç ve vücut şampuanı, bebek yağı

Bebek bakımı:

Alt açma bezi/ örtüsü, tırnak makası seti, burun aspiratörü, pişik önleyici krem, ıslak

mendil, bebek bezi ve ateş ölçer

Manuel ya da elektrikli veya hastane tipi göğüs pompası

Bebeğin beslenme durumuna uygun biberonlar

Seyahat:

Bebek arabası ve oto koltuğu

Emzirme önlüğü

Bunlara da ihtiyacınız olabilir:

Bebeklerin yan yatış pozisyonunu rahat sağlayabilecek yan yatış yastığına

Reflüsü olan bebekler için önerilen bebek reflü yastığına da ihtiyacınız olabilir.

Ev tipi ana kucakları ilk aylarda bebeklerin oyalanması açısından tercih edilebilir.

Her ne kadar ana kucakları ve pusetlerin kullanımı anneler için yeterli olsa da kullanım

kolaylığı, bebeği taşırken bile küçük işlerin yapılabilmesi, bele az yük binmesi gibi

nedenlerle baby sling ve kanguru kullanımları tercih edilebilir. Kanguru, babaların da bu

dönemde çokça tercih ettiği ürünlerdendir.

Odanın nem ayarını yapmak üzere buhar makinesi da annelerin tercih ettiği ürünlerdendir.

Evin nem koşullarına göre farklı özellikleri olan pek çok buhar makinesinden biri tercih

edilebilir.

Biberon ısıtıcı ve sterilizatör de annelere kolaylık sağlayan ürünlerdendir.

Bir süredir Lina'nın kurduğu cümleler şu şekildeydi ; 

"Sen üzülme diye yapacağım.

Tamam siz üzülmeyin ben hallederim.

Tamam anneanne senin için yiyeceğim."

Biraz, iki çocuğa adaptasyon biraz da yorulma etkisi söylemlerime de yansıtmıştı. Bu cümleler geçmeden bu tarz bir etki altında olduğunu çok da farkında değildim ki cümleleri duyunca "Bu işte bir terslik var." dedim. 

Hepimizin hayatında kocaman bir değişiklik olmuştu. Ben daha az uyuyor,  daha çok düşünüyor, daha çok koşturuyor ve dolayısı ile her anlamda daha çok yoruluyordum. Lina kardeşi olması sebebi ile bizimle geçirdiği zamanı paylaşmak zorunda kalıyor, bizi özlüyor ama buna alışmaya çalışıyordu. Eşim eve yorgun gelse bile hemen çocuklarla oynuyor, sofra hazırlamakta bana yardım ediyor, Lina'yı uyutuyor ve dinlenemeden uyuya kalıyordu. 

İşte bu zihnen yorgunluk bedenen de olunca, ; ben daha az tahammüllü oluyor, yaşanan olaylardaki odak noktasına yönlenemiyor ve kaçış noktaları buluyordum. Bu kaçış noktaları da çocuk yetiştirirken aslında başvurmayı hiç de sevmediğim bir yöntemle karşıma çıkıyordu. Aman bağırmayayım, aman üzülmesin, aman alınmasın, kardeşi de oldu daha dikkatli olmak gerekir diye diye çocuğuma "duygusal tehditle" yaklaşıyor ama o bunun etkilerini belli edene kadar farkına bile varmıyordum. 




Şunu biliyorum ki hiçbir anne çocuğunu zor durumda kalmadan üzmez ya da üzecek bir davranışta bulunmaz. Bu zor durumda kalma durumu da hayatın getirdikleri imkanlar/imkansızlıklar dahilinde bizlere etki ediyor. Demek istediğimi açarsam: Dinlenmişken, bize destek olan birileri varken, hastalık gibi şeyler bizi yormuyorken ve etrafımızda huzurumuz yerindeyken, insan olanı olduğu gibi kabul edebiliyor. Örnek verecek olursam: Hafta içi akşam saatlerinde fazlası ile yorgunken Lina ellerini yıkamadan yağlı elle bir yere değdiğinde "Ya kırk kere söyledim ama Lina, hadi çabuk banyoya ellerini yıkamaya!" diyorsam hafta sonu eşimle birlikteyken ve daha az yorulmuşken "Balım ellerini yıka olur mu?" diyebiliyorum. Aslında olayın özünde yatan şey onun bir çocuk olduğu ve zaman zaman bazı şeyleri unutmasının doğal olduğu. Fakat fazlası ile yorgunken bu tahammülün insana uğraması zor oluyor ve insan anlamsız tepkiler verebiliyor. 

Ben tam da böyle bocalıyor, kendimi yorgun ve yetişemez hissediyorken genetik kodlamamın da verdiği müthiş(!) şevkle kızıma "Ama bak böyle yapmazsan .... üzülür." diyebiliyordum. Hiçbir zaman "Bunu yapmazsan çok üzülürüm Lina." dediğim olmadı ama diyenler oldu. Ben genelde başkaları üzülecek diye gerildiğim için ve orada olayın özünden uzaklaşıp bir yetişkin egosuyla olaya yaklaştığım için hata ediyordum. 

Geçenlerde Lina arkadaşları ile bizim evde oynarken arkadaşı istemesine rağmen onu sandalyesine oturtmadı. Odada 3 çocuk ama 2 sandalye vardı. Ayakta kalan çocuk da sandalyeye oturmak istiyordu ve Lina izin vermiyordu. Orada "aslında onun bir çocuk olduğu ve bunu yapmasının gayet doğal olduğu" kısmı silinmiş Türk misafirperverliği damarım tutmuş ve olaya yetişkin egosu ile yaklaşmış oluyordum. Hepimizin zaman zaman kullandığı, masum zannettiğimiz ama aslında bir zehir gibi bilinç altına sızan o yeni kaçış yoluna koşuyordum. "Linacığım ama sen sandalyeni vermezsen Aren çok üzülür!"

Neyse ki Tüten Aren'e bilinçli bir şekilde yaklaşıp "Aaa Aren bak Lina'nın bisikletine oturup yemek çok eğlenceli olabilir." diyerek onu yatıştırıyor ve ikna ediyordu. Netice itibari ile Lina o gün sandalyesini paylaşmadı ve buna hakkı vardı. Tüm oyuncaklarını paylaşmıştı ama sandalyesini paylaşmak istemiyordu. Uzmanlar bu noktada iki öneride bulunuyorlar: Çocuğunuz her şeyini paylaşmak zorunda değil ve siz paylaşmak istemediğinde onun yanında olmalısınız. (Bu konu bir sonraki yazının konusu olacak ve geniş şekilde değineceğim.) 

Ben, her "Ama bak arkadaşın üzülüyor Lina." dediğimde ona


  • İnsanları üzmemek için her şeyi yapmalısın.
  • İnsanlar üzüleceğine sen üzülsen de olur.
  • Karşındaki insandan daha önemli bir şey yok.
  • Ben o kişiyi senden daha fazla önemsiyorum.
  • Bir başkası senden bir şey istediğinde onu mutlaka yapmalısın.
  • Başkası bir şey istediğinde önemli olan senin duyguların değil başkalarının duyguları. 

mesajı veriyordum. Hayatta en güvendiği insan olan annesi ona böyle davrandığında kendisini değersiz, güvensiz ve zavallı hissediyordu. Ya pes edip paylaşıyor ya da hırçınlaşıp asla paylaşmıyordu. 

Bu okuduklarımız çoğumuzun zaman zaman yaşadığı bizlere çok uzak gelemeyen şeyler değil mi? 

Peki ya bunlar?


  • Yıllardır boşanamadığı kocasını öldürdü.
  • 10 yıldır dayak yediği eşi için "Aslında beni seviyor. Vurunca o da çok üzülüyor." dedi.
  • Dayısı yıllardır taciz ediyor ama ailesi duyunca üzülür diye sesini çıkaramıyordu. 
  • Oğlum öğretmeninin ilkokulda onu dövdüğünü 19 yaşında itiraf etti. 

Bunlar belki başımıza gelmedi ama bunları yaşayan insanlar var. Bir gün -Allah korusun-  bizlerin başına da gelebilir. O yüzden dostlar, artık devir "Aman biz böyle her şeyimize dikkat edilerek mi büyüdük?" devri değil. Çünkü bugün annenden gelen kodlamalarla "Anneciğim ama bak oyuncağını vermezsen seni kimse sevmez, bak arkadaşın çok üzülür." dersek ileride bunun nelere yol açabileceğini biliyoruz. 

Hayat, koşturma, yorgunluk sebebi ile ne kadar her sözümüze dikkat edemesek de elimizden geldiği kadarını yapabilmek bile büyük bir şey çocuklarımız için. Çünkü biz artık "Oyuncağını paylaşmazsan arkadaşın çok üzülür." baskısı ile "Kocanın her istediğini yapmazsan mutlu olmazsın." köleliğinin tam da aynı şeyler olduğunu biliyoruz. 

Karşı koyamadığınız ve yaptığınızda üzüldüğünüz şeyleri, kendinizden ödün verdiğinizde sizi mutsuz eden şeyleri bulup, sonra bunun çocukluk evrelerindeki alt yapısını sadece on dakika düşünmeye davet ediyorum sizi. Kim bilir altından neler çıkacak?

Özetle dostlar: Biz çocuklarımızla kendimizi dönüştürebilir daha sağlıklı ruh yapısına sahip nesillere zemin hazırlayabiliriz. Bunun için elimizden geleni yapabiliriz. Geçmişimizden gelen kodlamaları değiştirmek bizim elimizde. Geçmişi değiştiremeyiz ama onun etkilerinin bize yaptığı şeyleri değiştirecek güce sahibiz.

MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.